EF Digital Partner · Distronaut · NoMoreMCN
Background Image

Mükemmel Bir Nisan, Neşe Doluyor İnsan!



Ne kadar güzel, hatta harikulade, müziğin hali, ahvali. Hele ki pazarlamasının! O kadar mutlu oluyor ki ister istemez insan, nerden yetişip de geldiği belli olmayan sosyal medya mucize çocuklarının müthiş şarkıcılar olarak sunulup, satılıp alınmasına ve milyonlarca beğenilmesine!

Tam da böyle olmalı işte müzik dediğin. Yapan da böyle olmalı. Her gün, her saat, dakikalarca hayatlarımızda, evlerimizde. Minik gamzeleri, köşeli sakalları, şekilli dövmeleriyle dipdijital iliklerimize işlemeli, bitmeyen işgalleriyle ruhları şenlendirmeliydi onlar. O ruhlar pek bir çelimsizdi oysa onlar gelene kadar. İyi ki varlar o dövmeli sakallı gamzeliler, aksi gece gündüz elini gözünü dizini dövmeler olurdu, müziksevere düşen.

Nasıl da şaheser, suluboya suyu rengi bulanık suyla dolu büyücek bir leğenin içinde karışık stilde yüzme olimpiyatları düzenlenmesi. Kafasında bonesi, gözünde gözlüğüyle koşa koşa iştirak eden olimpik müzisyenlerimizin leğene balıklama atlayışları ne görkemli! Kendi albümünü koyup üzerine kendi şarkılarının kendi söylediğin kısımlarını kendin mırıldanarak kendincoş canlı yayınstagramlamak ne hoş, ne müthiş bir tanıtım aktivitesi! Artık sadece kulağa hitap etmeyeceksin. Göze de hitap etmek de yetmez. Beyne gireceksin beyne, kafasına vura vura dinleyicinin; şarkını, sözünü, müziğini sosyal medyayacaksın. Nasıl düşünülemedi bu işler bunca yıl bu işleri yapan bunca insanca; anlaşılır gibi değil!

Oturdukları, pardon, yapıştıkları koltuklardan vinç veya alev makinesi marifetiyle bile kaldırılamayacak olan birtakım müzik, pardon, iş adamlarının (iş insanları mı demeli yoksa, politik doğruluk adına, ortada yalnızca 1-2 kadın olsa da?) Deli Dumrul gibi onların peşinde olması da son derece doğru ve yenlikçi. O teklif senin bu teklif benim uçuşur havalarda havalar atıla atıla, cakalar satıla satıla, ama isteyenin bir yüzü kara, istemeyen de bir yüzük arasın ki bulasın, yan cebine koyasın. Varsa yoksa akustikler, coverlar, akustik coverlar, onyüzbinmilyonlar, ne kadar da şatafatlıydılar! Tam da olması gereken, sağlıklı işleyiş. Bu madrabazların arkasında internetlerde koşturup bir sayının bir diğerinden daha büyük olduğunu tespit yetisine sahip olmayı sanatçı ve repertuvar işi diye nitelendirip departmanlar kurmalarsa “sektör”ün ne kadar doğru bir yaklaşım ve yapılanma içerisinde olduğunun en has alâmeti.

Ne kadar da doğru millet neyi alıyorsa onu üretip satmak üzerine kurgulanmış stratejiler. Hele ki konu müzik müzik olunca ne kadar da uygun! Eğer kırkbeşse kırkbeş, otuzsa otuz, onbeşse onbeş saniye; ne diyorsa o, tikiş tokuş üzerine çoluk çocuk ayartmalı uygulama. Gerekirse üç saniyeye inmeli midir bir şarkı? İnmelidir, öyle emrediyorsa müziteknolojinin algoritmik baronları. Ayak uydurmazsan yokolur gidersin, gidersen de kimse bakmaz arkandan arkadaş. Var mısın? Yok musun? Yoksa kendini var sanıyorsun da aslında yok musun? Varsa yoksa Facebook, Google, Apple ve Spotify. Bir de birtakım Çinli dev. Bunlar için yaşa, varol, yarat, üret. Uygun mudur? Uygundur. Davlumbazda yuvarlanan şuursuz fareler gibi. Devam. Devran dönüp davlumbaz durduğunda sırılsıklam ve yapayalnız, şaşkın ve biçare kalakalana kadar, devam dostum.

Sanat, sanatçı, beste, güfte, şarkı, algı, temaşa, gizem, ihtişam, alım, çalım, etki, performans, kudret, büyü, ses, ışık… Bunlar nedir yahu? Ne alakası var güzel kardeşim?! Bak artık doğrusu var, burada, tam şurada, parmaklarının ucunda. Tıkla, kaydır, büyüt, layk, mıncıkla, saydır, küçült, kalp. Yapıver, olsun. Oluver, yapsın. Emek, sebat, çalışmak, anlamak, evrilmek, gelişmek, ilerlemek, öğrenmek, büyümek, kan, ter, gözyaşı. Bunlar aptal işi. Al eline bir ukulele, bas bam teline ukalanın. Üçüncüler yepyeni adeta, listeler seni bekler. Yeni hep güzel, yeni hep hoş, yeni hep albeni. Ama yeni hep yetmez; birçok yeni yetmede kaşlar çatık, kaslar kasık, yüzler asık, psikolojiler karış karış, Kadıköy’den gelen Osmanlı tweetokatlarıyla daha da kızışıyor yarış. Aman dikkat, bahar günü hırsosyopolitikültüreliberalağım ayarlar su gibi akıverir siz o yolun ak mı kara mı olduğunu anlamadan.

Ama eski-yeni pek de farketmez; eskiler çuvalladı, dünya münya derken Meriç güzergâhında çakılıp kaldılar. Artık yeni dünya starlarımız var bizim. Hem bak ne de güzel söylemiş, dansetmiş, hem dansetmiş hem söylemiş. Hem de klip de çekilmiş. Hem de tam şimdi. Hem de bembeyaz, ve sapsarışın. Artık dünyanın müziği ellerimizin altında. Kurnazı, tilkisi, görgülüsü, seçkini, çeşit çeşit, sırayla artık Türk’ün gücünü dünyaya duyurmaya hazır yeni nesil fetihçilerimiz. 18 yaşın altındaki 40 milyona bundan güzel bir hediye olabilir mi?

Ülkenin en başarılı ve saygın sanatçılarının, ülkenin en vahşi ve uğursuz şirketlerinin, hem de yıllarca, tanıtım sesi, yüzü olması da şahane elbet, atlamamak gerek! En başarılı ve saygın gösteri ve sahne adamlarının, en şaibeli işlerin ve ilişkilerin içerisinde olduğu alenî birtakım şahısların televizyon programlarında kahkahalarla vıcık vıcık arz-ı endam etmesi, koca bir neslin umutlarına, aşklarına, kafa karışıklıklarına, en derin türlü duygusuna liman olmuş şarkıların yaratıcısı, icracısı koca koca bazı adamların, kadınların, aynı neslin en derin hüsran ve hezeyanlarına neden olmuş kocabaş ve şehriyârlarının önünde el-etek-pençe-divan-yağdan reveransları da bittabii olması gereken zaten. Hele ki buna eş-dost kontenjanından sayılanın da, gazeteci-jurnalci tayfasının da “gak” dememesi, “gık” çıkarmaması pek de saygıdeğer.

Bakın ne güzeldi oysa ki hayat, zararlı maddelerin ticaretindeki kurumsal sermayelerinin çekip çevirdiği organize işlerinizde! Yıllarca adam yerine koymadığınız adamların girişimci cübbesine saklanmış tekelciliğine, dışlayıcı küstahlığına bel bağladığınız umutlarınız ne güzeldi. Birbirinizle çiçeklerle böceklerle bezeli bahçelerde yan yana koşarken elinize, ayağınıza geçen her fırsatta yoldaşınıza omuz atıp çelme takmaktan geri durmazken ne kolaydı her şey. O zamanlar konserlerde çalmak mümkün olsa da asla ve hiçbir yerde çalamayan, çaldırılmayan gariplerin ardından dönüp bakmazken ne ayrıcalıklıydı dokunulumazlıkları bazılarınızın. Her zaman, her yerde, en büyük sizken. Şampiyonluktan şampiyonluğa koşarken, üç-beş tane kifayetsiz muhterisin numaralar çekip dolaplar çevirdiği Türkiye Süper Ligi’nde oynarken hiçbir probleminiz yoktu düzenle, düzenbazla, muktedirle. Bir virüs mü çarpıverdi gerçekten gerçekleri yüzlerinize? Aynaya bakıp da o gülen gözlerinize, zatıalinize söyleyebildiniz mi bir defa bile, nasıl da türcü, adamcı, hemcinsçi, klikçi, dışlayıcı, yargılayıcı, hesapçı, çıkarcı olduğunuzu aslında? Sizden ve sizin gibi olan “yaşasın, yükselsin, yücelsin!” iken, sizden olmayanın hep ve sadece taş yiyor olması virüssüzken normaldi de, virüsle mi anormal oluverdi? Yoksa virüsle birlikte kurunun yanında yanan yaş, taş oluverdi de midelerinize mi oturdu birdenbire? Bilinmez.

Hepimize kutlu olsun 1 Nisan daha!


kritik
Can Sertoglu

Diğer Yazarlar

Alp Tekin Göker
Bora Turan
Burçin Acer
Dilara Güç
Engin Akıncı
Ezgi Özmen
Hadi Elazzi
Levent Erim
Orkun Tunç
Selim Serezli
Soner Sarıkabadayı
Tuna Velibaşoğlu
Eğlence Fabrikası Ltd.Şti. 2024 | info@eglencefabrikasi.com