Summer in Berlin
Okuma süresi: yaklaşık 3 dakika
Dün sabah Spotify Release Radar listesinde karşıma çıkan yeni bir “Summer in Berlin” remixi beni zihinsel ve duygusal bir zaman tüneline soktu. Halen de tam olarak çıkabilmiş değilim. Çıkmayı da reddediyorum sanırım. Tünelin içinden, müzikle birlikte varoluşumda en önemli izlerden birini yaşken eğilinilen yaşlarımda bırakan ve otuz beş senedir bırakmaya devam eden Alphaville’in bu büyülü şarkısından yola çıkarak bir şeyler yazmak istedim.
Alphaville’in 80’ler ve sonrasının popüler müziğinde durduğu yer ve ifade ettikleri ilginçtir. Bir yandan fena halde kitsch bulunarak yalnızca “guilty pleasure” statüsünde veya “where are they now?” temalı mizahî yâdedişlerde kendine yer bulurken, bir yandan new wave / synth-pop janrlarının öncü babalarından sayılarak sevgi ve saygıyla anılırlar. Başta Avrupa olmak üzere özgür dünya barlarının muhtemelen çoğunun müzik kutularına yerleşmiş ve telif gelirleriyle eser sahipleri (söz yazarı ve besteci) Marian Gold, Frank Mertens ve Bernhard Lloyd’un varislerine dahi belli ölçüde konfor sağlayacak iki büyük hit, “Big in Japan” ve “Forever Young” ile Alphaville son otuz beş yılın pop müziğinde merkeze yakın yerlere kazınmış bir Alman grubu. Bu da başlı başına sıra dışı bir olgu, zira pop müzik Almanların üretiminde iddialı oldukları şeylerden biri değildir. Tüm bunlar bir yana, bu yazı bir Alphaville güzellemesi veya araştırma yazısı olmadığından — ki bence hakkında kitap yazılacak kadar önemli ve değerli bir gruptur — zaman tüneline geri dönebilirim.
Fotoğraf: Wolfgang Scholvien (visitberlin.de)
Orijinal “Summer in Berlin” Alphaville’in baş altı şarkılarındandır ve olsa olsa bir teklinin arka yüzü şarkısı (B-Side) gibi davranılmıştır ona. Bilinirlik ve popülerlik bakımından “Big in Japan” ve “Forever Young”ın yakınından bile geçmeyen, kronolojik olarak bu iki hit arasında plak şirketince talep edilen ve iki günde yazılıveren, benim yine çok sevdiğim “Sounds Like a Melody” adlı ufak hit’in dahi biraz gölgesinde kalmış, ama kanımca seveninin çok sevdiği, beni de alıp alıp götüren, kolay kolay da geri getirmeyen bir Alphaville şarkısı. Sözleri 17 Haziran 1953’te Doğu Berlin’de Sovyetler’e karşı gerçekleştirilen bir işçi ayaklanmasını konu alsa da müzikal ve tonal karakteriyle zamansız bir gündüz düşü gibidir. Akışkanlığı, melodik kaydırakları ve kristal prodüksiyonuyla ergenlikten bile önce hissedilen ama ne olduğu tam olarak anlaşılmayan aşk duygusunu çağrıştırır. Alphaville daha sonra bu nitelikte birçok şarkı yazmıştır, ki bana göre en iyi örneklerini plak şirketince ilk albüme alınmayan “Welcome to the Sun”, “Golden Feeling”, 1986 tarihli ikinci albümleri Afternoons in Utopia’da yer alan “Carol Masters”, “Voyager”, “Lassie Come Home”, veya 1994’ün Prostitute albümünden “Oh Patti”, “Ivory Tower” gibi şarkılarda bulabiliriz.
Fotoğraf jacobinmag.com web sitesinden alınmıştır
Yazı konusu şarkının odağındaki Berlin, çevremdeki birçok insanın aksine dünyada en sevdiğim şehirlerden değildir. Bir şekilde tam olarak anlamadığımı hissederim o kenti. Birkaç defa farklı mevsimlerde, farklı koşullarla ve nedenlerle bulunduğum şehrin bendeki en önemli hatırası o dönemde menajeri olduğum mor ve ötesi’nin bir Berlin konserinden sonra gittiğimiz, sonra da İstanbul Arnavutköy’de de bir versiyonu açılan ve sinemacı Kaan Müjdeci’nin Luzia adlı barında başlayan bir gecenin sabahında saat 07:00 civarı ismi galiba Henrietta’s (veya Gabriella’s) olan dive bardan süzülerek ellerinde kahveleriyle taptaze, güneşli bir güne başlayan, bisikletlerine binen sağlıklı Almanların arasına karışmamdır. O gece, unutulamazlığıyla Berlin’le özdeşleşmiştir benim için ve hayatıma Lee Hazlewood ile efsanevî şarkısı “For One Moment”ı sokmuştur. O sabah o sokakların haliyle ve ruhuyla zıt düşüşüm, Alphaville gibi kariyeri boyunca geniş kitlelere hitap edebilecek basitlik ve yakalayıcılıkta ancak 2–3 şarkı yazıp geri kalan repertuvarında birbirinden değerli mücevherler üreten ama takdir edilmeyen grupların, büyük plak şirketlerinin stratejileri ve onlardan beklentileriyle zıt düşmesini hatırlatır. İnsanın hayatına dair yaşayabildikleri ve yaşayamadıkları, veya kısmen hayalinde yaşatabildikleri neden bu denli ters düşmelidir? Hayallerinde herkesin yaşamak istedikleriyle gerçekliğinin arasında bu kadar büyük mesafe olması, hatta çoğunlukla bir hayat boyunca birbirlerine asla değemeyecek dahi olmaları ne kadar hazindir! “Summer in Berlin” belki de bu hüznü ve umudu birlikte içinde barındırdığı için eşsiz şarkılardan biridir. Bugün gibi. Bugünler gibi. Bu ülke gibi. Bu gezegen gibi. İnsan gibi. Yaz mevsimiyle Berlin’in birçok özelliğinin tezatı gibi.
tips
Can Sertoglu
